ÜMMET OLMA BİLİNCİ 3

“Ey İnananlar: Allah yolunda yürüdüğünüz vakit, her şeyi iyice anlayın. Size, Müslüman olduğunu bildirene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek: “Sen mü’min değilsin” demeyin. Allah katında bir çok ganîmetler vardır. Evvelce siz de öyleydiniz. Allah size iyilikte bulundu. İyice araştırıp anlayın, Allah işlediklerinizden şüphesiz haberdardır.”(NİSA- 94)
Ey mü’minler öyleyse Allah yolunda yola çıktığınız zaman, Allah yolunda adım attığınız zaman, Allah yolunda Allah’ın dininin egemenliğini gerçekleştirmek, yeryüzünde fitneyi kaldırıp Allah’ın istediği adâleti gerçekleştirmek üzere bir kavganın içine girdiğiniz, bir savaşa çıktığınız zaman araştırın. Gerekli tüm araştırmaları yapın. Yâni az evvel size bir yasayı anlattık. Size bir uyarıda bulunduk. Bir Müslü-manın bir Müslümanı öldürmesinin ne anlama geldiğini? Ona neye mal olduğunu? Bunun ne kadar önemli olduğunu? Bir Müslümanın hayatının ne kadar değerli olduğunu? Bir Müslümanı öldürmenin kâinatı öldürmekle eş değerde olduğunu size anlattık. Bütün bunları bilen sizler, bunun bilincine eren sizler artık çok dikkatli olmak zorundasınız. Onun için Allah adına bir sefere çıktığınızda çok dikkatlice araştırın ve şüpheli olan bir kimseyi sakın öldürmeye kalkışmayın. Karşınıza çıkan bir kimse diliyle size Müslümanlığını ikrar ettiği andan itibaren, ben de sizin gibi Müslümanım, ben de sizin gibi Allah’a inanıyorum dediği andan itibaren ona hiçbir zaman kılıç kaldırılmayacaktır. Hiçbir zaman böyle bir kimse öldürülmeyecektir.
Allah için bir savaşa çıkmış olabilirsiniz. Medine’de Allah Re-sûlünün etrafında toplanmış Müslümanlar komutanlarının emriyle grup grup, seriyeler halinde savaşa sevk ediliyorlardı. İşte Allah ve Resûlünün emriyle savaşa giden bu Müslümanlara uğrunda yola çıktıkları, yoluna baş koydukları Rabbimiz tarafından bir öğüt, bir nasihat, bir uyarı yapılıyordu. Savaşı emreden Allah savaşın kurallarını da beyan ediyordu. Tabii ki sadece o günün savaşçılarına değil, kıyame-te kadar o yolun yolcusu olan, kıyamete kadar yeryüzünde Allah’ın egemenliği adına yola çıkan tüm mücahid Müslümanlara da yapılmış bir uyarıdır bu. Ey iman edenler Allah için bir savaşa çıktığınız zaman iyice araştırın. Size selâm sözünü atanlara, size selâm verenlere, es-selâmü aleyküm diyenlere, selâmın ne anlama geldiğini geçen hafta demeye çalışmıştım. Size selâm verenlere, biz de Müslümanız diyenlere, biz de Allah ve Resûlüne itaat ediyoruz, biz sizin için selâmet ve esenlik diliyoruz, biz de sizin gibi teslim olduk, Müslüman olduk diyenlere hayır sen Müslüman değilsin demeyin. Onların bu iman ve İslâm ikrarlarını reddetmeyin diyor Rabbimiz.
Müslüman savaşçılar çıktılar yola. Bir kabileye baskın düzen-leyecekler. Ve bu arada karşılarına bir adam çıktı ve dedi ki onlara; ben Müslümanım. İşte o anda Allah diyor ki Müslümanlara, sakın ha sakın ona sen Müslüman değilsin demeyin. Hayır sen Müslüman değilsin, yalan söylüyorsun diyerek sakın onu öldürmeyin, sakın ilişmeyin ona diyor Rabbimiz.
Peki acaba böyle karşısına çıkıp da ben Müslümanım diyen bir kimseye bir Müslüman niçin hayır sen Müslüman değilsin der? Niye reddeder onun Müslümanlığını? Niye tekfir eder onu? Sebebi ne bunun? Arkadaşlar, bakın bunun sebebini Rabbimiz şöyle anlatıyor:
Şu alçak, şu değersiz dünya hayatının birazcık metaını arzu etmek. Şu denî hayatın birazcık malına, mülküne, ganîmetine heveslendiğinden dolayı. Evet işte Rabbimiz öyle diyor. Dünyanın geçici, değersiz malına mülküne meylederek, karşınızdakinin elindekilere göz dikerek o size selâm veren, ben de Müslümanım diyen, Müslümanlığını ikrar eden o adamcağıza sakın ha sakın hayır sen Müslüman değilsin, sen yalan söylüyorsun, sen korktuğun için böyle söylüyor ve bizi kandırıyorsun demeyin diyor Rabbimiz.
Evet bir zamanlar öyleydi, inşallah tekrar o günler yakındır. Savaşın İslâm coğrafyasından kâfir ve müşrik dünya coğrafyalarına aktığı dönemlerde, savaşın kâfir coğrafyalarda icra edildiği dönemlerde gerçekten bu tür hadîselere çok sık rastlanacaktır. Allah düşma-nı kâfirler, yıllar yılı Müslüman kanına doymayan kâfirler birer birer gebertilirken içlerinden karşınıza çıkan birileri de diyecek ki ben de Müslümanım. Ben de sizdenim. Ben de Allah ve Resûlüne teslim oldum. Bu kişi ya ister önceden Müslüman olsun, isterse o savaş ortamında yiğitliğini gördüğü Müslümanların nefesleriyle dirilmiş olsun, ister o anda Allah’ın Müslümanlara yardımını gözleriyle görerek dirilen-lerden olsun fark etmez bizim yapacağımız iş hemen onun Müslümanlığını kabul etmek ve bir Müslüman kardeşimiz olarak onu bağrımıza basmaktır.
Zaten İslâm’ın savaşının hedefi bu değil miydi? Biz insanların dirilişi için gitmemiş miydik oralara kadar? Öyleyse gel kardeşim, bizi zaten buralara kadar getiren sebep senin bunu demen, bunu anlamandı. Bizim hedefimiz seni kâfirlerin, zalimlerin, tâğutların egemenliği altında bir hayattan kurtarıp Allah egemenliği altında cennete ulaştırmaktı diyerek onu bağrımıza basmak zorundayız, uğruna savaştı-ğımız Allah bizden işte bunu istiyor.
Şâyet hayır sen Müslüman değilsin diyerek onu öldürmeye, malını ganîmet olarak almaya veya onu köleleştirmeye yönelip meylederse bir Müslüman, bakın Allah ne diyor:
Allah katında bol ganîmetler var, Allah katında bitmez tükenmez mallar mülkler var, eğer sen bir şeyler isteyeceksen bırak o garibanın elindekileri de isteyeceğini Allah’tan iste. O gariban, üstelik ben müslümanım da diyor, ben de senin inancını paylaşıyorum diyor, ben de senin inandığın Allah’a teslim oldum diyor. Onun mallarına meyledip, onun bu Müslümanlık ikrarını yalan sayıp da mallarına konmak, onu köleleştirmek yerine sen isteyeceğini Rabbinden iste de sana on-dan çok daha hayırlı mallardan bol bol versin Rabbin.
Sizler Allah katındakileri bırakır da insanların ellerindekine mi göz dikersiniz? Peygamberinizin gönderiliş gâyesinden ibret almaz mısınız? Peygamberler insanlardan ganîmet toplamak ve cizye almak için gönderilmemişlerdir. Peygamberler insanlara hidâyet rehberi olsunlar, insanları hidâyete ve cennete ulaştırsınlar diye gönderilmişlerdir. Öyleyse önemli olan kâfir dünyanın mallarını elinize geçirmeniz, onları köleleştirmeniz değildir. Önemli olan o gittiğiniz kâfir dünya insanlarından bir tek kişinin bile sizin soluklarınızla Müslüman olmasıdır. Bir tek insanın bile sizin elinizle Müslüman olması tüm dünyanın mallarına ulaşmanızdan sizin için daha hayırlıdır, bunu hiçbir zaman hatırınızdan çıkarmayın buyuruyor Rabbimiz.
Âyetin son kısmı ise gerçekten Müslümanı son derece bağlıyor, son derece kuşatıyor ve âdeta elini kolunu bağlayıveriyor bu konuda. Bakın Allah şöyle buyuruyor:
Bir düşünsenize. Dün siz de onlar gibi değil miydiniz? Daha önce sizin durumunuz da onların durumları gibi değil miydi? Bir yıl önce, üç ay önce, bir ay önce, bir hafta önce, bir gün önce siz de onlar gibi değil miydiniz? Müslümanlardan kimileri bir ay önce, bir hafta önce Müslümanlıkla tanışmışlar, hidâyete ermişler ve bir hafta sonra da savaşa çıkmışlar. Şâyet bu savaş bir yıl önce, bir ay önce gerçekleşmiş olsaydı belki kendiniz de bir kâfir olarak Müslüman kılıçlarına hedef olup gidecektiniz.
Öyle değil mi? Bizler şu anda kendi Müslümanlıklarımızı bir düşünelim. Dün ne haldeydik? Eğer şu anda bizler de kendi Müslümanlıklarımıza, Müslümanlıkla tanışmamıza, kitap ve sünnetle tanışmamıza bir tarih versek, beş yıl önce, bir yıl önce, bir ay önce ne durumdaydık? Allah’a sonsuz şükürler olsun ki bizi kitap ve sünnetle tanıştırdı, bize hidâyetini ulaştırdı. Eh şimdi Allah’ın istediği Müslümanlığa ulaştık diye hemen elimize kılıcı alıp, ya benim gibi Müslüman olursunuz yahut da hepinizi doğrayacağım diye veya sizin alınlarınıza kâfir damgası vuracağım, sizi tekfir edeceğim diye bugün dünkü bizim durumumuzda olan insanların üzerine gitmeye mi kalkışacağız? Hakkımız var mı buna? Eğer var diyorsanız o zaman dün birilerinin bu gerçek Müslüman değil diye bizi öldürmeleri de haklıydı. O zaman da belki bir kâfir olarak geberip gidecek, bugünleri göremeyecek, ebediyen cehenneme yuvarlanıp gidecektik.
Daha iki hafta önce bir arkadaşımız diyordu ki hocam, Allah sizden razı olsun, iki hafta öncesine kadar ben bir ateisttim. Kur’an’ı, sünneti, Allah’ı, peygamberi tanıdım ve iki haftadır Müslümanım diyor-du. Eğer Allah bize gerçek tevhidi, gerçek Müslümanlığı, hidâyeti nasip etmeseydi ne yapardık? Öyleyse kendi durumlarımızı düşünelim de, Allah’ın bize lütuflarını düşünelim de, kendimizi karşımızdakinin yerine koyalım da ona öyle muamele edelim.
İşte böyle, Allah sizi vahyiyle tanıştırmasaydı, Allah size lüt-fuyla hidâyetini göndermeseydi, Allah yolunuzu açmasaydı şu anda sizler ve bizler Müslüman olamazdık. Biz Müslüman olmadan önce de birileri gelip bizi öldürmüş olsalardı ebediyen cehennemi boylamış olacaktık.
Eğer halâ şu anda dünyada birileri bizim dünkü durumumuzu yaşıyorsa, henüz Müslümanlıkla tanışmamışsa, kitap ve sünnetle barışmamışsa veya henüz birileri bizim kadar Müslümanlaşamamışsa, bizim kadar tevhid bilincine ulaşamamışsa bizler hemen elimizdeki kılıçla onları doğrayıp cehenneme göndermek yerine, elimizdeki fırçayla onları tekfir edip küfürle, şirkle damgalamak yerine Rabbimizin bize lütfedip bizi hidâyete ulaştırmasının ne kadar hayırlı olduğunu düşünüp karşımızdaki Müslümanları da daha iyi Müslümanlaştırmanın, onları daha Müslümanca bir hayata kavuşturmanın kavgası içine girme-mizin hem onlar için hem de kendimiz için hayırlı olacağını unutmamalıyız. Evet Allah buyurur ki:
Tebeyyün edin, açıklayın, açıklık kazandırın, araştırın her şeyi bilin, kendinizi bilin, kendinizi düşünün, kendi dışınızdakileri kendi yerinize koyun. Ve şunu hiçbir zaman unutmayın ki Allah yaptıklarınızın tamamını görmekte ve bilmektedir.
Sözlerimin arasında dedim ama madem ki kafanızı ona taktınız birkaç cümle söyleyelim. Evet burada tekfircilik de reddediliyor. Bakın Allah’ın Resûlü bir hadislerinde buyurur ki:
“Allah’tan başka İlâh olmadığına ve Muhamme-din Allah’ın Resûlü olduğuna şehâdet edip, namazı ikâme edinceye, zekatı da verinceye kadar insanlarla muharebe etmem bana emredildi. Onlar bunu yaparlarsa canlarını ve mallarını benim elimden kurtarırlar. Ancak İslâm’ın hakkı müstesnadır. Onların hesapları Allah’a kalmıştır.”
(Buhârî, K. İman 1/11)
(Müslim, K. İman 1/53)
Diyor ki Rasulullah, bu adamlar ne zaman Allah’tan başka İlâh olmadığına ve benim Allah’ın elçisi olduğuma şehâdet ederler, yâni kelime-i şehâdeti söylerler, namazlarını kılarlar ve zekâtlarını verirler-se işte o zaman benden canlarını ve mallarını kurtarmış olurlar buyur-duktan sonra Allah’ın Resûlü der ki:
“Ancak İslâm’ın hakkı müstesnadır. Ve onların hesapları artık Allah’a aittir”
Yâni Kelime-i Şehâdeti söyleyip de namaz kılan ve oruç tutan kimse savaştan kurtulur. Benim kendisiyle savaşmamdan kurtulur, canını ve malını emin kılar. Ama hırsızlık, zina, içki, adam öldürme gi-bi suçlar işlerse ayrıca onların cezasını çeker demektir bunun mânâ-sı.
Ya da kim Allah’a ve Resûlüne iman eder, kelime-i tevhide i-man ederek ikrar eder ve namazını kılar zekâtını verirse ve o kişi ken-disini İslâm’a izafe ederse, yani ben müslümanım derse, ben Allah’a ve peygambere, peygamberin Allah’tan getirdiklerinin tamamına iman ediyorum derse, artık ona Müslüman muamelesi yapılır. Biz onun Müslüman olduğuna hükmederiz. Ama kalbinde başka şeyler varsa artık onun hesabı Allah’a aittir. Çünkü biz onun kalbini yarıp içine bak-ma imkânına sahip değiliz. Kalplerde ne olduğunu bilen sadece Allah’tır.
İşte dünyada bu zâhire göre hüküm verilir. Onun kelime-i tevhidi söylerken samimi mi değil mi olduğu yarın Rahmânın huzurunda ortaya çıkacaktır. Bu sözü söyleyip mü’min olduğunu ortaya koyan, namazını kılıp zekâtını veren bir kimse mü’min kabul edilir ve kesinlikle öldürülmez ve de tekfir edilmez.
Nitekim sahâbeden Hz. Üsame Bin Zeyd Efendimiz bir savaş esnasında kelime-i tevhidi söyleyen birisini öldürüp Rasulullah Efendimizin huzuruna gelip de Rasulullah Efendimiz tarafından azarlandığında: Ey Allah’ın Resûlü o adam korktuğu için bunu söylemiştir deyince Allah’ın Resûlü son derece gazaplanmış ve şöyle buyurmuştu: Yazıklar olsun ey Üsame! O adam kelime-i tevhidi söylediği halde öldürdün ha? Demek la İlâhe illallah dediği halde onu öldürdün ha? diye defalarca tekrarlayarak üzüntüsünü ortaya koymuştu da Üsame Hz. de: Keşke Müslüman olarak böyle bir günahı işlemektense bu ha-dîseden sonra Müslüman olmuş olsaydım diye mahcubiyetini ve tev-besini dile getirmiştir.
Böyle bir kimseyi öldürmek de onu tekfir etmek de caiz değil-dir. Allah korusun da Rabbimiz ve Resûl-i Ekrem Efendimiz böyle buyurduğu halde, bugün sanki Allah’ın yeryüzünde muhasebe memur-larıymış gibi, sanki insanların küfürlerini ispatla görevlendirilmişler gibi ellerindeki fırçayla insanları kâfir yapmaya çalışan insanlar görüyoruz. Açıkça ben kâfirim demeyen, ben Müslümanım diyen, kelime-i şehâ-deti söyleyen, namaz kılan zekât veren insanların imanlarına delâlet edebilecek delilleri bulmak yerine küfürlerine delâlet edebilecek delilleri araştırmadan yana koşturan insanları görüyoruz.
Geliyorlar bir Müslümana; şunu biliyor musun? Buna inanıyor musun? Eğer yargıladıkları konularda bilgi sahibi değilse o Müslüman, hemen diyorlar ki sen kâfirsin. Bu hakkı nereden ve kimden alıyor bu adamlar? Halbuki karşılarındaki sorguladıkları Müslüman toptan inandığı dinin ilkelerinden veya inanç manzumelerinden kimini o anda bilmeyebilir. Sayamayabilir. Ona hemen kâfir demenin ne anla-mı olacak da?
Unutmayalım ki insanları tekfir etmek çok kolaydır, ama onları Müslümanlaştırmak gayret ister, çaba ister, yorulmak ister, fedakârlık ister. Gelin buna tabi olalım. Gelin onları Müslümanlaştırma kavgası içine girelim. Ama bu sözlerimden İslâm’ı ucuzlattığım da anlaşılmasın. Yani bir adam açıkça İslâm’ın hükümleriyle alay ediyor, inkâr ediyor, reddediyor ve ben kâfirim diyorsa elbette onu da kâfir bileceğiz. Bu konuda bu kadar söz yeter zannederim. Bizim derdimiz tekfirciliği tanımak değil Allah’ın âyetlerini tanımaktır.